Kendi kusurlarıyla dalga geçebilen insanlarla dost ol

Tarih 12 Ekim 2021… Eşim vefat edeli 12 yıl olmuş. Onu her an hatırlayarak, sevenlerine de yazılarıyla hatırlatarak geçen bir 12 yıl… Şu an elimde onun diğerleri gibi okumaktan eskittiğim “ Gözümle ve gönlümle tanıdıklarım” adını taşıyan kitabı var. Sâdece gönlüyle, yâni gönül gözüyle tanıdıklarından bir kaç isim… Gazi Osman paşa, Şeyh Şamil,
Neyzen Tevfik, Bekri Mustafa, Timur, Barbaros, Madam Curie …
Ben ise eşimin gözüyle değil, gönlüyle tanıdıklarından size sunmak için bir büyük edibi seçtim. Süleyman Nazif’i… Mehmed Âkif’imizin de büyük dostu, “Kelimelerin serdârı diye tanınan Süleyman Nazif’i… Allah her ikisini de rahmetiyle kucaklasın.
SÜLEYMAN NAZİF
Süleyman Nazif merhum, vatanseverliği karakterinin temeli yapmış bir edibimizdi. Zamanında tek başına ve sâdece kalemiyle işgal kuvvetlerinin karşısına dikilmesini bilmiş bir millet evlâdıydı. Ama senelerce bizlere unutturuldu… Türk edebiyatında, sinemasında bu vatana yabancı ne kadar isim varsa ayyuka çıkarıldı… Sonraki nesiller de sandılar ki bu memlekette şu üç beş isimden başkası yok. Böyleyken geçen gün TRT’de gösterilen Süleyman Nazif programı içimize su serpti. Zira hep düşünürdüm, pohpohlamak, şişirilmek hep bu vatanın ve onun tarihinin düşmanlarının nasibi midir? Gerçek değerlerin hakkını vermek yok mudur? Bu memlekette diye… Bu bakımdan ben de bugün sütunuma bu büyük vatanperveri misafir ediyorum.
Süleyman Nazif bir büyük edipdi. Aynı zamanda büyük bir nüktedandı. Nükteleri ölmez, aynı zamanda öldürücü cinstendi. O devrin bütün hususiyetlerini onda bulabilirdiniz. Karşısındaki rakibi de kâmil zıddı olan Dr. Abdullah Cevdet… O sıralarda, Hürriyetçiler de, İtilâfçılar da, ekseriyetle Tıbbiye-i Şahane’den çıkarlardı. Filozof Dr. Rıza Tevfik, Dr. Bahattin Şakir, Cenab Şahabettin vs. gibi… Ama Abdullah Cevdet başka idi “Macaristan’dan damızlık erkek getirilip neslimizin ıslahını” teklif edecek kadar ilerici idi. Abdullah Cevdet’in yüzü çiçek bozuğu idi. Kendisi de kâfi derece çirkin. Fikirlerine paralel çirkinliğine işaret etmek için Süleyman Nazif, hemşehrisi Abdullah Cevdet’i şöyle tarif ederdi: “ Çok samimi adamdır, siyretini suretinde taşır.”
Devir kargaşaları ile dolu. İslâmcılar bir yanda, Türkçüler bir yanda, Batıcılar bir yanda… Batıcıların en önünde Dr. Abdullah Cevdet… İslâmcıların safındaki Süleyman Nazif… Doktora dehşetli içerlemekte… O günlerde yolda bir tanıdığına rastlar – Hayrola nereye ? Tanıdığı: – Şuradan Abdullah Cevdet’e çıkacağım diyerek Abdullah Cevdet’in çıkardığı İçtihad Dergisi’nin binasını gösterir. Süleyman Nazif derhal cevabı yapıştırır -Abdullah Cevdet’e çıkılmaz, inilir.
Abdullah Cevdet çok da cimridir. O kadar ki, hâlâ nasıl oldu da Peyâmi Safa’ya bir Larousse hediye edebildi diye düşünür dururum. Onun bu huyunu herkes bilmektedir. Bir gün Abdullah Cevdet’in parasız kaldığını anlatmak için- Abdullah Cevdet meteliğe kurşun atıyor derler. Bunu duyan Üstad derhal düzeltir – Abdullah Cevdet meteliğe kurşun değil, olsa olsa göbek atar…
Süleyman Nazif’i Türk tarihine, Türk edebiyatı tarihine, Türk milletinin gönlüne nakşeden bir yazısı vardır “Kara Bir Gün” Fransız işgal kuvvetlerinin ve onları alkışlayan azınlıkların suratına indirilmiş bir şamardır. Daha sonraki vatansever faaliyetlerinden dolayı insan hakları şampiyonu! Fransızlar tarafından birçok Türk’le beraber Malta’ya sürülür Orada Enver Paşa’nın babasıyla beraberdir. Bir gün:
-Paşa der “Gel seni şu Malta da bir evlendirelim” – Nerden çıkardın şimdi bunu a Nazif Bey? Cevabını duyunca hemen yapıştırır: – Paşam, İstanbul’da evlendin doğan çocuğun(Enver Paşa) Osmanlı Devleti’ni batırdı. Malta’daki evliliğinden doğacak çocuğun da belki İngiltere İmparatorluğunu batırır, biz de kurtuluruz. Fena mı?
Enver Paşa ne cevap verdi bilmiyoruz ama nükte çok acı bir gerçeği dile getirmektedir. Malta’da Süleyman Nazif bin senelik tarihiyle milletine, memleketine ağlamaktadır. Son nefesiyle hasbihal etmekte ve “Evlâdına bir tuhfe-i iman götür ey son nefesim sen” diye vazife vermektedir. Bu iman âbidesi adam Malta’daki İngiliz zulmünden bahsederken demiştir ki :
– Düşünün monşer, İngilizler bize, icadı gününden kalmış konserveler yedirdiler Malta’da… – yâni insan etinden mi? – Ne münasebet monşer, İngilizler hiç insan etini başkalarına yedirirler mi?
Malta dönüşünde de Abdullah Cevdet’le takışmaya devam edip durmuştur. Bir gün Abdullah Cevdet üstâda dert yanar – Şiirimdeki “Ben bu vatanın öksüzüyüm” mısraını “öküzüyüm” diye dizmiş, şu mürettibin hatasına bak… Üstad ancak “hatâ-sevap” cetveli görmüş veya biraz Osmanlıca bilenlerin zevkine varacağı müthış nüktesini hemen yapıştırmış: – Ona mürettibin hatâsı değil sevabı derler… Bu kadar kalsa iyi… Bir gün Abdullah Cevdet’ten “Hayasız” diye bahsedildiğini duyunca üstad feveran eder: – Öyle söyleyemezsiniz Abdullah Cevdet’e “hayâ” selbi olarak bile ona izafe edilemez (Yani ona hayâsız derken bile hayâ kelimesini sarfetmek doğru değildir. O hayâdan o kadar bağımsızdır)
Üstad kendi dilinin ne kadar zehirli olduğunu bilenlerdendi. Bu sebeple kendi hakkında böyle nükteler yapmıştır. İşte bir tanesi… Otomobil fren yapınca içindekiler sarsılmış. Süleyman Nazif haykırmış –Aman beni kuduz hastanesine götürün otomobil fren yapınca dilimi ısırdım…
Aslında onun esprileri işgal kuvvetlerini ve millî hüviyetlerini kaybedenleri kudurtuyordu.
Kendi hakkında böyle nükteler yapan üstad, en çok sevdiği Abdülhak Hâmid’in koket karısı Lüsyen için bakın Şâir-i Âzam’a ne diyordu: – Üstad Fatma Hanım vefat etti, Makber şaheserini yazdınız, inşallah bu karı geberir de bu sefer bir mezbelelik yazarsınız. Süleyman Nazif’in “Hz. İsa’ya açık mektub”u, yer yer ıstıraptan doğan infiallerle dolu olmakla beraber bir şaheserdir.
Süleyman Nazif Bağdat valisidir… Bağdat’ın işgali üzerine de “Firak-ı Irak” ismiyle bir eser kaleme almış, duygularını milletine arzetmiştir. Osmanlı’nın son Bağdat valisi’nin son hizmeti… Bağdat Valisi iken ordu kumandanı, sanırım Hafız Hakkı Paşa’dan bir tel alır: – Üç bin ton kahveyle beş bin ton çayın derhal ordu emrine irsaliye ol babta… Süleyman Nazif merhumun kafası atar ve şu teli çeker: – Çin fağfûruna çekilmesi lâzımken yanlışlıkla makamımıza keşide buyrulan telgrafınız mahall-i aslisine havalesi zımmında leffen takdim olunur.
Ahmet Haşim onun için en güzel sözü söylemiştir: “ Kelimelerin serdârı”… Evet hem de nüktelerin… Allah rahmet eylesin.
(Ünlü yazar ve edebiyatçımız Hicran Göze’nin facebook sayfasından alıntı)

Bir Cevap Yazın

%d