Doğrudan gelir desteği; tarıma destek mi, yoksulluk yardımı mı
Dünya ticaret örgütü (dtö) kavramsallaştırmasına göre, tarımsal desteğin yükünün tüketiciler tarafından karşılanması “ticarete zararlı”, vergi mükellefleri tarafından karşılanması ise zararsızdır…
Dtö uruguay turu tarım anlaşması (1994) ve izleyen “ileri tarım müzakereleri” süreçlerinde, tarımsal girdi ve çıktı desteği “yasak destek” olarak tanımlanırken, üretimden bağımsız doğrudan gelir desteği (dgd) uygulaması konusunda ülkeler, belirli bir çerçeve içinde serbest bırakılmaktadırlar.
Bu bağlamda tüm dünyada kullanımı giderek yaygınlaşan dgd, bu aracı kullanan ülkelerin tarımsal yapılarının özelliklerine göre farklı sonuçlar üretmektedir. Abd ve ab gibi en az yarım yüzyıldır tarım sektörlerine sağladıkları çok büyük desteklerle tarımsal altyapı – üretim – pazarlama – üretici gelirlerinin stabilizasonu .. Gibi sorunları çözmüş ülkelerde, temel kaygı, aşkın üretim kapasitelerini dünya piyasalarına sunma; başka bir deyişle dış pazar kapmadır. Bu bağlamda dgd, gelişmiş ülkeler için bir “rekabet üstünlüğü yaratma” politikasının aracı olurken, temel sorunların kısır döngüsünde boğuşan az gelişmiş / gelişmekte olan ülkelerde bir tarım desteği niteliğine dönüşememekte, olsa olsa bir sosyal destek işlevi görmektedir. Bu yapının da, tarım sektörünün sosyal ve ekonomik yönleri üzerinde olumsuz etki doğurduğu gözlenmektedir.
Bu çerçeve içinde, dgd uygulamaları, analitik bir değerlendirme sürecini hak ediyor…
Dünya ticaret örgütü’nün tanımladığı doğrudan gelir desteği
Dtö literatürüne göre dgd, kamu kaynaklarından hedef tarım üreticilerinin gelir düzeyini etkilemek amacıyla yapılan transferler şeklinde uygulanan bir politika aracıdır.
Dgd iki şekilde uygulanmaktadır: üretimden bağımsız doğrudan gelir ödemeleri (decoupling payments) ve üretimle belli derecede bağımlı doğrudan gelir ödemeleri.
Üretimden bağımsız doğrudan gelir ödemelerinde, devlet tarafından üreticilere yapılan ödemelerin, ne üreticinin ürettiği miktar ile ne de piyasa fiyatı ile herhangi bir bağlantısı yoktur. Bu sistemde yapılan gelir ödemesi geçmişte belli bir tarihteki ekim alanı ve verim dikkate alınarak yapılmaktadır.
Üretimle belli bir derecede bağımlı doğrudan gelir ödemeleri ise, hedeflenen gruplara bazı koşullara bağlı olarak yapılan telafi edici ödemeler (compensatory payments) ile piyasa fiyatı ile üreticinin eline geçmesi arzulanan fiyat arasındaki farkın “fark ödemeleri” (defıciency payments) adı altında ödenmesi şeklinde gerçekleştirilir.
Bu temel yapı içinde, dgd, meksika’dan ukrayna’ya, avrupa birliği’nden abd’ye kadar çok farklı ülkelerde farklı biçimleriyle kullanılmaktadır.
Bu farklılıklar içinde, avrupa birliği ve türkiye uygulamalarının değerlendirilmesi, iki açıdan önem taşımaktadır.
Bunlardan birincisi, 2003 reformu ile bir miktar “liberalize” etse de, ab’nin halen üretimle bağlantılı bir dgd uygulaması sürdürmesine karşılık, türkiye’nin, yapılan tüm uyarılara karşın tümüyle üretimden bağımsız bir dgd uygulamasında ısrar etmesidir. Üretimin planlanması, tarımın girdi ve çıktı açısından desteklenmesi gibi uygulamalara ab’ye oranla çok daha fazla gereksinimi olan türkiye’nin, dünya bankası ile imzalanan “tarım reformu uygulama projesi” aracılığıyla üretimden tümüyle bağımsız bir dgd uygulamasına zorlanması, aşağıda irdeleneceği üzere, birçok yönden sektöre zararlı olmuştur.
İşte bu noktada, ikinci saptamanın yakıcı gerçekliği ortaya çıkıyor: türkiye, aday ülke statüsü ile avrupa birliği ortak tarım politikası’na uymak yolunda çalışmalar üretmek durumunda… Ab’nin ortak piyasa düzenleri ve dgd uygulaması, türkiye’de sürdürülen tarımsal uygulamalara (politikalar diyemiyoruz) oranla, çok daha fazla müdahaleci. Bu bağlamda da, türkiye’nin uymakla olumlu etkileneceği bir süreci temsil ediyor. Oysa ab’nin kendisi de, bilinen siyasal ve ekonomik istemlerinin aksine, katılım ortaklığı belgesi’nde açıkça, dünya bankası ve ımf ile yürüttüğünüz istikrar programı hükümlerine uyun diyor… Bunun anlamı, türkiye’ye, ab’nin kendisi için uyguladığı dgd sistemi değil, dünya bankası’nın dayattığı dgd sistemi öneriliyor… Ne yaman çelişki değil mi ?
O halde, önce avrupa birliği ve türkiye dgd sistemini temel özellikleriyle irdelemek ve bu veriler ışığında bir genel değerlendirme yapmak gerekiyor…
Avrupa birliği’nde uygulanmakta olan doğrudan gelir desteği
Ab ortak tarım politikası kapsamında uygulanan doğrudan gelir desteği sistemi, 1251 /99 sayılı belirli ekilebilir ürünlerin üreticileri için bir destekleme sisteminin kurulmasına ilişkin 17 mayıs 1999 tarihli konsey tüzüğü ve ona ek getiren/ değiştiren tüzükler ile düzenlenmektedir.
Toplulukta, doğrudan gelir desteğine konu olan ürünler tahıllar (ekmeklik ve makarnalık buğday, çavdar, arpa, yulaf, mısır), yağlı tohumlar (soya fasulyesi, kolza, ayçiçeği, keten ve kenevir) ve proteinli ürünlerdir (bezelye, tarla fasulyesi ve tatlı bakla).
Ab’nin uyguladığı dgd sisteminde, 2003 haziran’ında gerçekleştirilen otp reformu ile bazı değişiklikler yapılmıştır. Sistem, geçmişten bugüne olmak üzere, ana hatlarıyla şöyle özetlenebilir;
Avrupa birliği, hektar başına alan ödemesi uygulamakla birlikte, bu ödeme verim ile bağlantılı olarak farklılaşmaktadır. Bu nedenle sistemin de coupled olmadığı yolunda süregiden tartışmalar bulunmaktadır.
Ab otp çerçevesinde, yukarıda belirtilen ürünlerin ekildiği ya da set aside önlemi kapsamında zorunlu koruma alanı olarak ayrılan ve boş bırakılan alanlar için hektar başına yapılan alan ödemeleri, daha önceden saptanmış olan bölgesel verim dikkate alınarak hesaplanır.
Bu kapsamda üye ülkeler, ülkenin çeşitli bölgelerinde 1989, 1990, 1991 yıllarında geleneksel olarak ekilen veya nadasa bırakılan alanların toplamının ortalamasını alarak, bölgesel temel alan (regional base area) ve bunların toplamı olarak bir ulusal temel alan (national base areas) belirlerler. Bu kapsamda ülkeler, coğrafya ve ekolojilerinin özelliklerini de dikkate alarak, tüm ülkeyi tek bir ulusal temel alan olarak belirlemek ya da birçok bölgesel alan belirlemek konusunda değişik tercihler yapmaktadırlar. Bu doğrultuda avusturya, finlandiya, hollanda ve isveç için tüm ülke bir ulusal temel alan iken, belçika 2, almanya 15, yunanistan 2, ispanya 19, fransa 12, italya 278, portekiz 3 ve ingiltere 4 bölgesel temel alana sahiptir.
Bölgesel temel alan, 1989, 1990 ve 1991 yıllarında kamu yardım planı (public asistance scheme) kapsamında ürün yetiştirilmesine ya da set aside önlemine ayrılan alan büyüklüklerinin ortalamasını ifade eder. Kolza, soya ve ayçiçeği için bölgeselleştirme, yağlı tohumlar ya da hububatların ortalama verimi temelinde yapılır. Proteinli ürünler ve textil amacıyla yetiştirilmeyen keten (non-textile flax) ürününde telafi edici ödemelerde (compensation), hububat verimi dikkate alınır. Mısır için ise sulu ve susuz alan ayrımı yapılarak özel verim saptanabilmektedir.
Yapılacak alan ödemelerine esas olmak üzere, üye devletler, somut ölçütlere dayalı olarak homojen verim bölgelerini gösteren bir bölgesel verim planı oluştururlar. Mısır ve sulanan alanlar için, diğer ürünlerden farklı bir verim değeri saptanabilmektedir. Bu kapsamda üye devletler, her bir üretim bölgesi için, 1986 – 1991 yılları arasındaki en düşük ve en yüksek verim değerlerini çıkartıp, geriye kalan üç yıl verim değerlerinin ortalamasını alarak bölge planlarına kaydederler.
Üye devletler tarafından hazırlanan bölge planları, komisyon tarafından “objektif ölçütlere uygunluk“ açısından kontrol edilir ve gerektiği durumlarda üye devletlerin planlarını revize etmeleri istenebilir.
Yapılacak doğrudan ödeme miktarı, bölge planında yer alan ortalama verim (ton / hektar) ile ton başına yapılacak yardım miktarının (euro / ton) çarpılması ile hesaplanır ve euro / hektar cinsinden bir değeri ifade eder. Bu hesaplamada kullanılacak verim değerleri, hububat, yağlı tohumlar, keten tohumu, liflik keten ve kenevir için yapılacak ödemelerde hububat verimi iken, ayrı tutulması halinde mısırın kendi verim değerleridir. Bu bağlamda, üye devletlerce bildirilen bölgelerin verim değerleri, o bölgenin yararlanacağı dgd ödemesi miktarını belirlemektedir. Örneğin 4 ton ortalama verime sahip olan bir bölge 4 ton /ha * 63 euro /ton = 252 euro / ha dgd alırken, 7 ton ortalama verime sahip olan bir bölgenin alacağı dgd miktarı 7 ton /ha * 63 euro /ton = 441 euro / ha’a ulaşabilmektedir.
Ton başına yapılacak ödemelerin miktarı, yukarıda verilmiştir. Ancak bu miktarlarda, bir ayrıcalık oluşturmak üzere, ülke koşullarına göre değişiklikler yapılabilmektedir. Bu kapsamda, finlandiya ve isveç’te 62. Paralelin kuzeyinde yer alan ve zor iklim koşulları nedeniyle tarımsal uğraşılarını sürdürmekte güçlük çeken bölgelere, 63 euro/ton’luk ödemeye ek olarak 19 euro/ton’luk bir ödeme daha yapılmaktadır.
Alan ödemesi için başvuruda bulunan üreticiler, ekilebilir alanlarının % 10’u üzerinde “zorunlu alan koruması” (set aside) uygulaması yapmak zorundadırlar. Bununla birlikte, bu uygulama, 92 tonun altında hububat üretimi yapan küçük üreticileri kapsam dışında bırakmaktadır.
Bu noktada, türkiye ve avrupa birliği’nin “küçük üretici” kavramının farklılığı ortaya çıkmaktadır. Ab’nin terminolojisindeki “92 tonun altında üretim yapan” tanımı, verimliliğe bağlı olarak değişik alan büyüklüklerini ifade etmektedir. Örneğin, 4 ton/ha verim ile üretim yapan üretici, 23 hektar ve altında araziye sahip olması durumunda küçük üretici iken (92:4=23); 7 ton/ha verim ile üretim yapan bir üreticinin “küçük üretici” tanımından çıkması için, 14 hektar büyüklüğünde bir araziye sahip olması (92:7=13.1) yeterli olabilmektedir. Buna karşın türkiye’de üretici büyüklüğü, sahip olunan arazi miktarı açısından değerlendirilmektedir.
Ayrıca, mera arazileri ya da çok yıllık yem bitkisi üretilen alanlara yönelik alan ödemesi isteminde bulunulamayacaktır. Bununla birlikte, dgd ödemesine konu ürünler ile ekim nöbetine giren çok yıllık yem bitkisi alanları, bu hükmün dışında tutulabilmektedir. Zorunlu koruma alanı oranı, 2000/01 pazarlama yılından 2006/07 dönemine kadar, % 10 olarak uygulanacaktır.
Ab uygulamakta olduğu dgd sistemini, 1 ocak 2005 tarihinden geçerli olmak üzere, çiftlik bazında ödeme (single farm payment) sistemi ile kısmen değiştirmektedir. Üye devletler, 2007’ye kadar uygulamayı geciktirebilecektir.
Tek ödeme planı (single payment scheme) sisteminin genel özellikleri şöyle belirtilebilir;
Genel olarak, tek ödeme planı ile üretimden bağımsızlık amaçlanmaktadır. Ödeme miktarları, 2000 – 2002 yılları olarak saptanan referans yıllarında üreticinin aldığı doğrudan ödeme dikkate alınarak hesap edilecektir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, 2005’ten itibaren genel ilke, tümüyle üretimden bağımsızlıktır. Bununla birlikte, tek ödeme planına geçişin tarımsal piyasalarında bozulma ya da üretim kapasitelerinde düşüşlere yol açacağına inanan üye devletler, doğrudan ödemelerin bir kısmının, halen uygulanmakta olan şekilde ödenmesine karar verebilirler. Üye devletler, çok iyi tanımlanmış koşullarda ve kesin limitler içinde, ulusal ya da bölgesel düzeyde, birkaç seçenek uygulayabilirler.
Tek ödeme planının bileşenlerinin (tahıllar ve diğer ekilebilir ürünler için temel alan ödemeleri) % 25’ini koruyabilirler. Ayrıca, bunun alternatifi olarak, halen uygulanmakta olan üretimle bağlantılı hektar başına yardımları yukarıda belirtilen oran düzeyine kadar sürdürmek için, ilave makarnalık buğday yardımlarının % 40’ını koruyabilirler. Koyun ve keçi primlerinin % 50’si üretimle bağlantılı ödeme olarak yapılabilir. Büyükbaş hayvan sektöründe, üye devletler gebe inek priminin % 100’ünü ve kesim priminin % 40’ını koruma opsiyonuna sahiptirler. Buna alternatif olarak ta, kesim priminin tamamını ya da bunun yerine özel dişi priminin % 75’ini koruyabilirler. Süt sektöründe, üretimden bağlantısızlık, 2007 başında uygulanmaya başlanacaktır.
Ayrıca üye devletler, tarımsal ürünlerin kalitesini ve pazarlanmasını yükseltmek ya da çevreyi korumak ve geliştirmeye yönelik tarımsal faaliyetleri desteklemek için, kendilerine tahsis edilmiş fonların % 10’una kadar ilave ödemeler yapabilirler.
Tek ödeme planının tüm üye ülkelerce iki yıllık uygulamasının ardından, komisyon konsey’e bir rapor sunacak ve gerekmesi halinde, sektörlere özel doğrudan ödeme uygulamalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan yapısal gelişmeler ve pazar bozulmalarına ilişkin uygun öneriler geliştirecektir.
Ab doğrudan ödemelerinden yararlanmak isteyenler, topraklarında iyi tarım uygulamaları yapmak ve çevresel değerlere saygı göstermek durumunda olacaklardır. Bu koşullara uymayan üreticiler, “çarpraz uyum” cros compliance çerçevesinde, daha az doğrudan ödeme alabileceklerdir.
Ab’de bir üreticinin dgd ödemesinden yararlanabilmesi için, 15 mayıs tarihine kadar başvurusunu ve 31 mayıs tarihine kadar da ekimini yapmış olması gerekmektedir. Ödemeler ise, hasattan sonraki 16 kasım – 31 ocak tarihleri arasında yapılır. Zorunlu koruma alanlarında sanayi hammaddesi amaçlı ürün yetiştirildiği durumlarda, bu ödeme dönemi 31 mart tarihine kadar uzatılabilmektedir.
Türkiye doğrudan gelir desteği “sistemi”
Doğrudan gelir desteği, türkiye’de 1999 yılı sonunda ımf ile imzalanan stand by anlaşması çerçevesinde uygulanan “istikrar programı” kapsamında, türkiye tarımsal destekleme politikalarında radikal bir değişiklik olarak kendisini göstermiştir.
Dgd uygulamasına geçiş ile ilgili temel belirlemeler ımf niyet mektuplarında yer almakla birlikte, dgd sistemi asıl olarak dünya bankası ile imzalanan “tarım reformu uygulama projesi (agricultural reform ımplementation project) çerçevesinde uygulamaya sokulmaktadır.
Türkiye’de uygulanan dgd sistemi, girdi ve çıktıya dayalı destekler başta olmak üzere tüm tarımsal destekleme biçimlerinin elemine edilmesi ve bunun yerine, üretimden bağımsız doğrudan ödeme sistemin konulmasıyla gerçekleşmiştir. Bu amaçla, ilk iş olarak, türkiye’de uygulanmakta olan destekleme sisteminin eleştirisi ile işe başlanmıştır.
Bu kapsamda, 9 aralık 1999 tarihli niyet mektubunda, <i>“halihazırda uygulanmakta olan tarımsal destekleme politikaları, fakir çiftçilere destek sağlamanın en düşük maliyetli yöntemi değildir. Yapılan uygulama, piyasadaki fiyat sinyallerini bozarak kaynak dağılımını kötü etkilemekte, fakir çiftçilerden çok zengin çiftçilere fayda sağlamakta ve tarım alanındaki karar verme mekanizmasının birçok bakanlık ve kamu kurumu arasında dağılmasından ötürü husule gelen parçalı yapı nedeniyle tutarlı olamamaktadır. Bütün bunların ötesinde, bu politikalar, son yıllarda ortalama olarak gsmh’nın % 3’ü gibi bir maliyet ve vergi mükellefleri üzerine ağır yük getirmektedir. Reform programımızın orta vadeli amacı var olan destekleme politikalarını safhalar halinde ortadan kaldırmak ve fakir çiftçileri hedef alan doğrudan gelir desteği sistemi ile değiştirmektir… “denilmektedir.
Görüldüğü gibi, niyet mektubu mevcut destekleme sisteminin zengin çiftçilere yaradığını ve bu nedenle orta vadede safhalar halinde ortadan kaldırılarak fakir çiftçileri hedef alan dgd sistemine geçileceğini belirtmektedir.
Egemen üretim ilişkileri çerçevesinde desteğin ulaştığı üretici profiline ilişkin belirleme, toprak reformu tartışmaları ile birlikte, türkiye’de uzun yıllar boyunca tartışılmıştır. Bu bağlamda, bu bir yapısal sorundur ve türkiye kırsal dokusunun üretim güçleri – üretim ilişkileri yapısına müdahale ile biçimlendirilebilir. Mevcut yapı sürdükçe, niyet mektubunda ileri sürüldüğü şekliyle, dgd sistemine geçmek desteğin fakir çiftçiye ulaşmasını sağlayacak bir araç olamaz, gelişmeler de bu savı destekleyici bir yönelim göstermektedir.
18 aralık 2000 tarihli niyet mektubunda ise,<i>” tüm dolaylı destek politikalarından 2002 sonuna kadar kademeli olarak vazgeçilmesi ve doğrudan gelir desteği (ddg) sisteminin uygulanmasına geçilmesini amaçlayan tarım politikalarının reformunda, program dahilinde şimdiye kadar önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.. Bu reformun dünya bankası tarafından tarım reformu yatırım projesi ( arip) ile desteklenmesini bekliyoruz” denilmektedir.
Bu doğrultuda, dünya bankası ile imzalanan “trup : tarım reformu uygulama projesi” (agricultural reform ımplementation project) kapsamında yer alan dört alt proje’den birisi, doğrudan gelir desteği’dir.
Çiftçi kayıt sistemi, dgd ödemelerinin yapılabilmesi için bir ön koşuldur. Dünya bankası ile bu amaca yönelik olarak bir ikraz anlaşması imzalanmıştır. Bu kapsamda, dgd projesi için 200 milyon dolar program kredisi, çiftçi kayıt sistemi için 48 milyon dolar yatırım kredisi alınmıştır.
Bu çerçevede, öncelikle 2000 yılında çiftçilere yönelik doğrudan gelir desteği pilot proje uygulaması başlatılmıştır. Pilot proje uygulama bölgeleri olarak ankara’nın polatlı, adıyaman’ın merkez ve kahta, antalya’nın manavgat ve serik ile trabzon’un akçaabat ve sürmene ilçeleri ve bu ilçelere bağlı köyler seçilmiştir. Çiftçi kayıtları ve ödemeler; pilot bölgelerden ankara ve antalya’da tapu ve kadastro kayıtlarındaki arazi sahipleri esas alınarak, adıyaman ve trabzon’da ise üretici belgesi olanlar esas alınarak yapılmıştır. Dekar başına 5 $ karşılığı türk lirası, en fazla 199 dekarlık kısım için ödenmiştir.
Pilot proje verilerinin sergilediği çok ta olumlu olmayan sonuçlardan sonra, 2001 ve 2002 yılında konu ile ilgili bakanlar kurulu kararları ve uygulama tebliğleri yayımlanmıştır.
2001 yılı uygulamasında, ödemeler “ülke genelinde tarımsal üretimle iştigal eden ve yine tebliğde belirtilen usul ve esaslara göre kayıt altına alınan çiftçilere, işledikleri tarım alanlarının büyüklüğü dikkate alınarak” yapılmış ve ödeme miktarı, “her çiftçi için yıl içerisinde işlediği tarım arazisi toplamı dikkate alınarak 200 dekara kadar (200 dahil) arazi miktarına dekar başına 10 milyon tl. Olarak” belirlenmiştir. Bu kapsamda, 2001 yılında 2.182.767 çiftçi kayıt altına alınmış, 117.573.902 dekar alanda 1.175.739.022.170.000 tl dgd ödemesi gerçekleştirilmiştir.
2002 yılında dgd’ye konu alan büyüklüğü 500 dekara, ödeme miktarı ise dekar başına 13.5 milyon tl’ye yükseltilmiştir. Bu kapsamda 2002 yılında 2.582.883 çiftçi kayıt altına alınmış, 162.496.903 dekar alanda ödenecek toplam dgd miktarı 2.193.767.919.471.000 tl olarak belirlenmiştir.
2003 yılında ödenecek dgd miktarı 16 milyon tl’ye çıkarılmış, arazi büyüklüğü ise 500 dekar olarak kalmıştır. 2003 yılında 2.6 katrilyon tl. Dgd ödemesi yapılması gerekirken, 2004 yılı ağustos ortası itibariyla halen ödenmemiş 804 trilyon tl bulunmaktadır. Ayrıca, 4.1 milyon çiftçi ailesinin ancak 2 milyon 755 bini çiftçi kayıt sistemi’ne dahil olmuştur. Dgd ödemelerinden yararlanmak üzere başvurulan arazi büyüklüğü ise, 24 milyon hektarın üzerindeki işlenebilir tarım arazisinin 16.5 milyon hektarlık bölümüdür.
Dgd uygulamalarının sonuçları
Türkiye’de 1999 yılında uygulanmaya başlanan politikaların, destekleme sistemi üzerinde ne denli önemli değişikliklere neden olduğu, aşağıdaki tablodan izlenebilir;
Destek kalemleri (milyon dolar) | 1999 | 2002 |
Kredi desteği | 956 | 0 |
Gübre desteği | 183 | 0 |
Kit’lere bütçeden aktarılan | 261 | 138 |
Kit açıklarını karşılama | 2213 | 355 |
Pamuk ve yağlı tohumlar primleri | 205 | 58 |
Tskb’ye destek | 450 | 0 |
Dgd ödemeleri | 0 | 628 |
Toplam | 4268 | 1179 |
Görüldüğü gibi, 1999 yılında 4.2 milyar dolarlar düzeyinde olan kamusal tarım desteği, 2002 yılında 1.2 milyar dolar düzeyine gerilemiş, destek kompozisyonu tümüyle değiştirilmiştir.
2002 yılında kredi ve gübre desteği yanında tarım satış kooperatifleri birlikleri’ne olan destek te tümüyle kaldırılırken, 1.1 milyar dolar düzeyinde olan toplam desteğin % 53’ü dgd’den oluşturulmuştur. İzleyen yıllarda, toplam destek içinde dgd’nin payı, % 75’ler düzeyine ulaşmıştır.
Pilot uygulama ile birlikte geride bırakılan 5 yılı aşkın dgd uygulaması, birçok olumsuzluğu da beraberinde taşımaktadır.
Öncelikle, küçük arazilere sahip yoksul çiftçiler açısından, dgd uygulamasından yararlanabilmek için yapılması gereken harcamalar (bürokratik işlemler ve köy – kent arasındaki ulaşım giderleri vb.) Alınacak dgd ödemesinden fazla olabilmektedir. Bu nedenle, küçük çiftçi sisteme uzak durmaktadır. Büyük çiftçiler ise, sistemin aslan payını almaya devam etmektedirler. Dgd ödemesi için bir üst arazi büyüklüğü belirlenmesine karşın, büyük arazi sahipleri noter sözleşmeleri ile arazilerini uygun ölçeklerde bölerek yakınlarına dağıtmakta ve böylelikle arazilerinin tamamı için dgd’den yararlanmaktadırlar. Ayrıca, tebliğlerde “tarımsal üretimle iştigal eden” lere dgd ödemesi yapılacağı belirtilmiş olmakla birlikte, uygulama farklı yönde gelişmektedir. Gerçekten “çiftçi” niteliğini taşımayan birçok kişinin, sistemden rahatlıkla üretici belgesi alabildiği bilinmektedir. Ayrıca, kentte oturup arazisini kiraya verenler, bu anlaşmalarda, dgd ödemelerini kendilerinin alacağı koşulunu dayatmaktadırlar. Bu doğrultuda, kentte oturan ve arazisini yıllardır görmemiş, tarımsal üretimle ilgisi olmayanlar da, geniş oranda dgd’den yararlanmaktadırlar.
Yukarıda da belirtildiği gibi, 2003 yılında dgd sisteminden yararlanmak için başvuran üretici sayısı 2.7 milyondur. Tarım sayımı sonuçlarına göre türkiye’de toprağı bulunan 3.966.822 tarım işletmesi bulunduğu düşünüldüğünde, başvuru sayısının düşüklüğü dikkat çekicidir. Ancak bu, bir ilk saptama niteliğindedir. Daha derinlemesine bir analiz yapıldığında, gelişmelerin, başlangıçta öne sürüldüğünün aksine, ne denli küçük üreticinin aleyhine olduğu ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’de 23.4 milyon hektar araziyi 3.9 milyon tarım işletmesi kullanmaktadır. Bu durumda, 2003 yılında dgd için başvurulan 16.5 milyon hektar arazi ve 2.7 milyon işletmenin, tüm arazi ve işletmelerin % 70’i düzeyinde kaldığı görülmektedir.yapılan hesaplamalar ve alanda yapılan gözlemler, “küçük üreticilerin sisteme girmekte zorlandıkları, buna karşın büyük üreticilerin sosyal statülerini kullanarak arazilerini çeşitli yollardan 500 dekarlık büyüklüklere bölerek sistemden yararlandıkları” argümanını teyit edici niteliktedir.
Uygulama sonuçlarını değerlendirmekten öte, türkiye’de uygulanan dgd sisteminin, iki yönü ile analiz etmek çok daha büyük önem taşımaktadır. (i) dgd sistemi türkiye’nin verili tarım yapısında uygun bir destekleme çözümü olabilir mi, başka bir deyişle türkiye tarımının yararına mıdır, (ii) türkiye dgd sistemi, ulusal program ile müktesebatını üstlenme yükümlülüğüne girilmiş olan avrupa birliği ortak tarım politikası dgd sistemi ile uyumlu mudur ? İkincisinden başlayarak inceleyelim.
Yukarıda verilen her iki sistemin genel özellikleri bağlamında, türkiye dgd uygulamasının ab sisteminden farklılıkları şöyle özetlenebilir;
Toplulukta dgd üretim ve verim ile bağlantılı iken, türkiye’de yalnızca arazi mülkiyetine yönelik dgd ödemesi yapılmakta, en azından uygulama bu yönde gelişmektedir. Toplulukta ürünlere göre farklı dgd ödemesi yapılırken, türkiye’de ekilen ürün ile ilgilenilmemektedir. Toplulukta geri kalmış bölgelere fazla ödeme yapılırken, türkiye’de bölgesel farklılıklar gözetilmemektedir. Toplulukta bölgesel verim saptamaları yapılmış olup, türkiye’de böyle bir çalışma söz konusu değildir. Aynı şekilde, toplulukta “bölgesel alan” ve “ulusal alan” belirlemeleri vardır, türkiye bu konularda bir saptama yapmamıştır. Türkiye’de hayvansal üretim, su ürünleri sisrteme dahil değilken, toplulukta dahildir. Topluluk, 1 ocak 2005’ten itibaren üretimden bağımsız dgd sistemine geçerken, pazarlarının bozulacağına inanan ülkerer, özel geçiş önlemleri, koruma önlemleri alabilecek ve uygulamayı 2007 tarihine kadar öteleyebileceklerdir. Buna karşılık türkiye, tüm destekleme sistemini elemine ederek, üretimden bağımsız dgd’ye geçmekte bir sakınca görmemiştir. Toplulukta çarpraz uyum önlemleri çerçevesinde dgd edinimi, iyi tarım uygulamaları ile bağlantılıdır, türkiye’de böyle bir uygulama yoktur. Toplulukta tarımsal faaliyet dönemleri ile bağlantılı dgd ödemesi yapılırken, türkiye’de 2003 yılı ödemelerinin % 30’u tutarındaki 804 trilyon tl halen ödenmemiştir.
Bu alanda yaşanan bir gelişme, türkiye’deki tartışmaların boyutuna yeni bir “kara mizah” katmaktadır. Avrupa birliği, ortak tarım politikası’nı reforme etme süreci içerisinde, müdahale sisteminden kırsal kalkınma sistemine doğru yönelmekte, dgd sistemini ise, halen uygulanana oranla daha çok üretimden bağımsız bir yapıya kaydırmayı amaçlamaktadır. Bu gelişme, türkiye’de bazı çevreler tarafından, “türkiye sistemi ab sisteminden önde gitmektedir” şeklinde yorumlanmaktadır ve bu değerlendirme, sözcüğün en az anlamı ile bir kara mizahtır.
Öncelikle şu söylenmelidir ki, türkiye’de dgd sistemi abd’li uzmanlar tarafından dizayn edilmiştir ve bu bağlamda; ab sisteminin bilinmesi, bu sistemin öncelenmesi.. Gibi bilimsel çalışmalar söz konusu değildir. Ancak daha da önemlisi, destekleme sistemi, ülkelerin verili tarım yapılarına uygun olarak organize edilmesi gereken bir kamusal araçtır. Bu bağlamda, yarım yüzyıldır her türlü destekleme sistemini, bütçesinin yarısından fazlasını ayırarak kullanan ab tarımı, artık üretimin sürdürülebilirliğini garanti etmiş olup, yeni kaygı uluslararası piyasalarda üstünlük elde edip pazar payını artırmaya odaklanmaktadır. Bu çerçevede ab otp’sının hedeflerine uygun bir destekleme sistemi değişimi yaşanmaktadır. Üretim yapısı giderek kırılan ve köylüsü derin bir yoksulluğa itilen türkiye’nin tarımsal yapısına, bu sistemin ne derecede uygun olup olmadığı temel tartışma konusu yapılması gerekirken; ab’nin mevcut ve hatta yakın gelecekteki tarım politikalarından daha liberal bir politika yapısına “ulaşmasını” bir övünç aracı olarak kullananlar, merkez ülkelerin entelektüel hegemonyası altında kendi yaşadıklarını değerlendiremeyecek duruma gerilemiş bir kitleyi temsil etmektedirler.
Bu doğrultuda, türkiye’de uygulanan dgd sisteminin, tarımsal yapıya taşımakta olduğu olumsuzlukların kısaca altının çizilmesinde yarar görülmektedir;
Dgd köylüyü üretime yabancılaştırmaktadır. Çıktı fiyatlarını baskılamak, köylünün ürettiği ürüne maliyet bedelleri altında fiyat vermek, hükümetlere siyaseten fatura edilir. Oysa ürettiği ile ilgilenmeyip cebe konulan bir para (harçlık) niteliğine dönüşen yardım, azaltıldığında ya da tümüyle kaldırıldığında önemli bir karşı çıkışa konu olmamaktadır. Bunun nedeni, köylünün üretime yabancılaştırılmasıdır. Tarımsal üretimin en önemli gereklerinden olan finans, dgd sistemi ile tarımdan daha da uzaklaşmaktadır. Özellikle girdi desteği, kaynağın tarımda kalmasını sağlar. Oysa dgd ödemelerinin tarıma geri dönüş oranı, yoksulluk içinde temel giderlerini karşılayamayan köylü yapısı veri iken, her geçen gün biraz daha düşmektedir. Üretimden bağımsız dgd sistemi ile türkiye’nin çok gereksinim duyduğu üretim planlamasını gerçekleştirmek olanaksızdır. Tüm bu etkiler, tarımsal üretim yapısını kırmaktadır. Mevcut dgd sistemi, işleyiş itibariyle, toprağı işleyeni değil mülk sahibini desteklemektedir. Anadolu’da kira ilişkilerinde mülk sahipleri, dgd ödemelerini kendilerinin almalarını koşul olarak dayatmaktadırlar. Bu bağlamda kentlerde yaşayan ve toprakla hiç ilgileri olmayan mülk sahiplerinin tarımsal desteklerden yararlandırılmaları söz konusu olmaktadır. Mevcut sistem varsıl köylüyü desteklemektedir. Halen 500 dekara kadar toprağı olanlara dekar başına 16 milyon tl ödeme yapılmaktadır. Bu çerçevede çok daha geniş toprağa sahip olanlar arazilerini noter sözleşmeleri ile 500’er dekarlık bölümlere ayırıp akrabaları üzerine göstererek ödemelerden geniş oranda yararlanmaktadırlar. Buna karşılık küçük toprak sahipleri, ödemeleri almak için yerine getirmek zorunda oldukları çeşitli işlemler (tzob’a belge ücreti, tarım il – ilçe müdürlüklerine başvuru masrafları – noter masrafları – yol giderleri vb..) Karşılığında yapacakları masrafların alacakları ödemeleri geçmesi nedeniyle, başvuru dahi yapmamaktadırlar. Tüm girdilerin hızla pahalılaştığı bir ortamda, dgd ödemeleri neredeyse sabit tutulmakta, başvuru sayısında ve ödeme miktarındaki göreli artışlara karşın, bütçeden dgd için ayrılan kaynaklar her yıl biraz daha kısılmaktadır. Nihayet dgd sistemi, db anlaşması gereğince 5 yıllık bir süre için uygulanmaktadır, bu nedenle de geçici bir yardımdır. Süre sonunda dgd ödemeleri de kaldırılacak, tarlasını ekemez – hayvanını besleyemez konuma sürüklenmiş olan köylü bir kez daha “kaderi” ile başbaşa kalacaktır.
Doğrudan gelir desteği (dgd) sektörel anlamda tarımsal sorunlarını çözmüş ve gerekli altyapıya sahip ülkelerde uygulanmasının da hiçbir yanlış tarafı yoktur. Tarımın geliştirilmesi bir amaç olmaktan çıkmış, hatta tam tersine gereksiniminin çok üzerindeki üretimin kısılması hedeflenen bu gibi ülkelerde, tarım kesiminin gelirinin korunması temel bir yaklaşım olarak öne çıkmaktadır. Dgd’de tam bu amaca uygun bir politika aracıdır. Buna karşılık türkiye tarımının içinde bulunduğu ve yukarıda açıklanan yapı, desteğin doğrudan ödemeler şekline dönüştürülmesine uygun değildir.
Görüldüğü gibi, 1980 yılında kurgulanan ve 1999 yılında ımf ve dünya bankası’nca bizzat türkiye içinden yönetilen düzen, türkiye tarım sektörünü çökertti, üretim yapılarını kırdı, ülkeyi dışa bağımlı hale getirdi. Krizler ile sarmalanan ekonomide, ülkenin değerleri ucuzlatıldı, özelleştirmelerle kit’ler pazarlandı. Gıda sektörü çokuluslu şirketlerin kontrolüne geçti. Köylerde yabancıların toprak satın alması önündeki engelleri kaldıran düzenleme ile türkiye köyleri de satılığa çıkarıldı. Halen türkiye köylülerinin % 25’inin yoksulluk sınırı altında yaşaması, bu tablonun en somutlaşmış durumudur.
Kısaca, oyun arjantin’de, endonezya’da, türkiye’de aynı. Çözüm ise ancak oyunu köylüye deşifre etmek ve tüm emekçi sınıfların ortaklaşa karşı duruşunu organize etmekte geçiyor…
KAYNAK: https://www.zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=147&tipi=